5 Haziran 2011 Pazar

Kanunî meyhane deyince

Divan şiirindeki bazı mazmun ve ıstılahlar, mutasavvıflar tarafından mecazî manalarda kullanılmıştır. Mesela “harâbât” kelimesi bunlardan biridir ki Divan şiiri sözlüklerinde şu mealde açıklanır: “Tasavvuf ehli bu kelimeyi şiirde tekke olarak kullanmaktadırlar. Orada İlâhî aşk şarabının içilip sarhoş olunduğunu söylerler. Böylece harâbât bir neş’e ve feyz kaynağı, gerçeğe ulaşılan yer olur ki tekke karşılığında kullanılır. Pîr-i harâbât veya pîr-i mugân o tekkenin şeyhidir.”

Yani saki denilen, şarap dağıtan olarak dünya ehlince tasvir edilen kişi tasavvufî anlayışta şeyhtir, mürşittir. Ayrıca, şarap kelimesi “içilecek şey” manasına geldiği için, lügat manası kastedilerek mesela Kevser ırmağının suyu için bile “Şarâb-ı Kevser” tamlamasına çokça rastlarız.

Meyhane yani harâbât, tekke manasında kullanıldığı için tekkeye saf olan insanların, ruhi arınma ve hakikate ulaşma niyetinde olan insanların devam ediyor olması; camilerde ise dünya menfaati için dindar görünme arzusuyla ibadet etmeye giden insanların da bulunabiliyor olmasını kastederek Şeyhülislam Yahya Efendi -ki bir Osmanlı şeyhülislamıdır- ilginç bir benzetmeyle şunu söyler:

Mescidde riyâ-pîşeler etsin ko riyâyı
Meyhâneye gel kim ne riyâ var ne mürâyî

Bazı şârihler bunu şöyle şerhederler; mescitte riyakârlar bulunabilirler, bırak riyakârlar riyayı mescitte yapsın; ama tekkede mürayi olmaz, çünkü zaten dünyadan el etek çekip hakikat âleminden en azından hükmen terk-i dünya edip manevi mertebelere girmek isteyen samimiyet, ihlas ehli kimseler tekkeye gelir.

Şunu esefle ifade etmek isteriz ki dünyayı kadehten seyreden zihniyetler, bilinen şarap, sarhoşluk ve meyhaneyi gerçek manasında anlarlar, mecazi manalarını görmek istemezler. Edebiyatımızda mecazi manalarla birçok izahlar tam tersi şekilde ifade edilmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman;

Ko bu ayş u işreti çün kim fenadur âkıbet
Yar-ı bâki ister isen olmaya tâat gibi

demektedir. Yani dünya eğlence ve boş vakit geçirme yeri değildir, dünya fani bir mekândır, orada ebedi âlem kazanılır. Eğer orada sadece yiyip içmekle vakit geçirirsek bu şekilde hayat boşa geçmiş olur. Bunları sadece zaruret miktarı yapıp Allahü Teâlâ’nın razı olduğu ameller ki buna taat denir; ömrünü tâatla geçir, çünkü ebedi bir dost istersen tâat gibisi yoktur…

Padişah böyle güzel şeylere işaret etmişken onun tasavvufi şiirlerini dünyevi manada anlamak cehalettir, değilse art niyetli insanların yorumlarıdır.

Mehmet Amaç
(Yedikıta Dergisi, 32.Sayı, Nisan 2011)